ESKİ RAMAZANLAR VE ÇOCUKLUĞUM Çocukluğumun Ramazan günleri aklıma geldiğinde içimde anlatılmaz bir özlem duyuyorum. Hiç unutmam 1970′ li yıllar; yedi yaşlarındayım. Bir gece, mis gibi bir börek kokusuyla uyandım. Kokunun geldiği ve ışığın yandığı ocaklı odaya yöneldim. Baktım annem ve babam sessiz sessiz konuşuyorlar. Beni görünce annem;”Kızım sen niye kalktın?” “Anne, ben de oruç tutacağım” “Çocuklar oruç tutmaz.” Babam;”Tamam. Benim kızım tekne orucu tutsun. Direk vursun.” “Direk mi?” Annem;”Yani şimdi sahur yapacağız. Sabah kahvaltı yapmayacaksın ama öğlen yemek yiyeceksin. Sonra hep beraber iftar yapacağız, orucumuzu açacağız.” Ben sevinçle; “tamam o zaman” dedim. Her Ramazan ayı geldiğinde, annem ve babam daha gündüzden sahura kalkacaklarını heyecanla konuşurlardı; o yüzden mi, uyanırdım, onların heyecanından mı bilmiyorum. Annemin sahur vakti; (sırf babam istiyor diye) yaptığı o böreğin tadı ve kokusunu şu an bile hala duyumsarım. Nasıl da mis gibi kokardı. (Şimdi düşünüyorum da, sahur vakti börek yapmak… Ne büyük bir özveri.)O günden sonra ablam ve ben, zorlansak da yine de tutabildiğimiz kadar, yaşımıza göre orucumuzu tutar, akşam olduğunda “Ezan ne zaman okunacak?” diye dakika başı sorardık.Babam bu sorularımızdan bıkmış olmalı ki bir gün; “Şu yokuşu çıkın, ezanı dinleyin. Bize de haber verin.” dedi. (Ben köyde, bahçeli evde büyüdüm. Köyde tek cami vardı ve ezan sesi bizim evden duyulmazdı.) Bu söz üzerine, mahalle arkadaşlarımızı da topladık, sesi duymak için evimizin üst tarafındaki küçük yokuşa çıktık. Çocukluk bu ya; o günden sonra, hepimiz oruç açacak bir yiyecek aldık yanımıza. Ben annemin dokuduğu minik halı çantama evde koyabileceğim ne varsa koyardım. Arkadaşlarla o yokuşa çıkar, ezan sesini işittiğimizde ise; hep bir ağızdan ” e- zan o – kun- duuu, o- ruç bo -zul -duuu ! “diye bağırarak evlerimize koşardık. Tabii koşmaktan, çantandakileri yemeye fırsat olmazdı. Şaşırdığım şey, oruçluyken halsiz çıktığımız o yokuşu nasıl da heyecanla koşarak inerdik… Çocukluk güzel şey. 😊 İftar vakti oruç açarken tüm aile bir arada açılan orucun, yenen yemeğin tadı, yapılan duanın hazzı bambaşkaydı.Küçücük yaşımızda görevini yapmanın rahatlığını, huzurunu duyar, mutluluğunu yaşardık.Arefe günleri konu komşu herkes birbirine yaptığı pişi, lokum, gözleme, (artık ne pişirdilerse) birbirine tadımlık verir, selamlaşır, ayak üstü sohbet eder. Annem gelenlere ” İçeri geç, bir soluklan, azıcık dinlen” dese; ya oturur, ya da “Sofra meydanda, toplanacak; bayramlık ekmek yaptım valla pek yoruldum, Muzaffer abla, artık bayrama geliriz ” der, helallaşmalarla ayrılırdı.Bazı zamanlar, biraraya gelir, imece usulü bayramlık yufka, börek, baklava yaparlardı. Hem de güzel sohbetler eşliğinde…Kapılar hiç kilitlenmezdi.Gelen kişi önce ” Muzaffer ablaaa ben geldim” diye seslenir;” Gel içeri, buyur” sesini duyduğu gibi, kapı kulpunu çevirir, girerdi. Şimdi ise; kilit üstüne kilit vuruluyor kapılara. Bayram öncesi yaşlıların evinde ne ihtiyacı varsa karşılanmaya çalışılırdı. Bayramlarda küçüklere mendil, şeker, fıstık ikram edilir; eğer akraba ya da dost çocuğuysanız ve mahalle arkadaşlarıyla el öpmeye gittiyseniz; diğerleri görmeden gizliden size para verilirdi. Herkes birbirini ziyaret eder, hal hatır sorulurdu. Düşünüyorum da çok güzel komşuluklar yaşamışız. Büyük şehirlerde nadir de olsa, hala o güzel komşulukları yaşadığımız apartmanlar var. N’olur bu dostlukları, bu vefayı sürdürelim. Yeni nesle bir miras bırakalım. İyi niyeti, (tedbirli olarak da olsa ) sürdürelim.Hani hep denir ya, ” Nerde o eski Ramazanlar?” diye.