ÇOCUKLARINA DÜŞKÜN OLMANIN NESİ KÖTÜ?
Bir anne 28 yaşındaki oğlunun sorunlu olduğundan yakınıyor. Evi terk ettiğinden başka evde kalmak istediğinden dem vuruyor. Anneyle biraz konuşuyoruz. Kontrolcü, oğlunun her işini yapmaya çalışan, özverili bir anne olduğu ortaya çıkıyor. Biraz daha konuştuğumuzda, oğluna nefes aldırmadığı da…Oğluyla konuşuyoruz. Anneden tek kurtuluşun evden uzaklaşmak olduğunu, kendisini bir ilkokul çocuğu sandığını, onu kırmak istemediğini, tek çıkar yolunun ayrı eve taşınmak olduğunu ifade ediyor. ” Çünkü ne dediysem, annemi değiştiremedim, değişmeyeceğine göre az görüşelim daha iyi.”
ÇOCUKLARINA DÜŞKÜN OLMANIN NESİ KÖTÜ?
Çocuklarına aşırı düşkün bir anne;
yetişkin olsalar da onların yemekleriyle, çamaşırlarıyla, temizlikleriyle uğraşıp, peşlerinde koşarken; hem söylenir, hem de gizli bir mutluluk duyar. Büyük ihtimalle kendini feda etmiştir. Bedenen de yıpranmıştır.
Ancak böyle davranarak, vazgeçilmez olduğunu ispat etmek ister. İyi bir annedir. İyi bir eştir. Çocuklarının da kendisiyle o ölçüde ilgilenmelerini ister. Çünkü çok emek vermiştir. Böylece onların gözünde yeterli ve değerli olduğunu hisseder.
“Mükemmel anne olursam sevilirim.”
” Mükemmel anne olursam, iyi anne olurum”
” İyi anne olursam, takdir görürüm”
“İyi anne olursam, değerli ve yeterli olurum.”
İnançlarına sahiptir.
Aslında çocuklarının ilgisini, kendisini önemsemelerini, sevgisini kaybetmekten korkar. Aşırı düşkün olmak, onları sürekli kontrol etmek, her sorunlarında (istemeseler de ) fikrini beyan etmek, fikrini kabul ettiremediğinde hep haklı olduğunu belirtmek; çocukları sıkboğaz eder. Çocuklar eğitim ya da iş bahanesiyle ondan uzaklaşmak istediklerinde, bir sorun olduğunu fark eder. Ama bu sorunun yine kendisiyle alakalı olduğunu anlamaz. Çocuklarını suçlar. ” Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim. Ne istiyorlarsa yaptım. Karşılığı bu mu olacaktı? Onlar için saçımı süpürge ettim, onlar için il değiştirdim. Evi terk ederek bana teşekkür ediyorlar. Ben bunu mu hak ediyorum? Bu çocukta var bir sorun.”
Diye düşünür.
Evladı evlenip, karısıyla/ kocasıyla, çocuklarıyla meşgulken telefonla aramayı bir gün aksatsa; kendini bir kenara itilmiş, terkedilmiş hisseder, gereğinden fazla tepki gösterir. Kayınvalide olunca gelinini kendisine rakip görür. Gizli ya da aşikâr çatışır. Davranışının yanlışlığından bahsedilirse, bazen abartarak hiç bir neden yokken duygu sömürüsü yapar. Evladına serzenişte bulunur. Onun vicdanına dokunur. Evladı üzüldüğündeyse, garip bir mutluluk duyar. Hedefine ulaşmıştır.
Artık çocuğu kendisini hiç bırakmayacaktır…
Böyle annelerin çocukluklarında yaşadıkları terk edilmişlik, sevilmeme, istenmeme, reddedilme, kabul görmeme, değersizlik, yetersizlik duyguları tatmin olmamıştır. Ya da eşlerinden bekledikleri gereken ilgiyi, alakayı bulamamışlardır. Bu yüzden eksik ilgiyi çocuklarına yöneltmiştir. Çocukları ise bu aşırı ilgiden rahatsızdırlar. Boğulmuş ve bunalmıştırlar. Ama ” hayır” diyemedikleri için bu sorun devam eder gider. Taa ki, kayınvalide-gelin, anne- kız, anne -oğul çatışması çıkıncaya, evlat evi terk etmek isteyince kadar. Böyleyken de bitmez. Kırılma, incinme. darılma, küsme, öfkelenme, affetme, reddetme, kabul etmeme, isyan etme, kin duyma, nefret etme, suçlama, kötüleme, yargılama, eleştirme, kınama davranışları da beraberinde gelir.
Peki ne yapmalı?
Bu annenin önce kendini olduğu gibi sevmesini, hem kendi değerini bilmenin, yeterli olduğunu bilmenin, kabul edildiğini, var olduğunu, takdir gördüğünü, hem de olduğu gibi sevilip, sayılıp, değer gördüğü inancının anlam ve tanımının yüklenmesi gerekir.
Böylece kendine ve başkalarına aşırı yüklenmekten, olanın olması gerektiği kadar olduğunu bilerek, gerektiğinde esnek olabilmenin, mümkün , güvenilir olduğu inancıyla birlikte, hem kendine , hem çevresindekilere eziyet etmekten vazgeçecektir. Evlatların da anneleriyle ruhsal anlamda kontrat bitirmeleri gerekir. Kontrat bitirme ile ilişkiler dengeye girer.
Sevgiyle kalın.
Ayşegül Özkonak